30 Eylül 2011 Cuma

Memikoğlan

14 yaşında ölen memikoğlana dair yazılmış bir şiir ötesi ağıt.bir ağıt ama ne ölümünün etrafında toplanmış eş dostları tarafından haykırılmış, nede geçmişte torunları tarafından özlemle anılmış.memikoğlan kendi ölümüne yakmış bu ağıtı.ve hala livaneli dinlemeye devam eder ruhu.livaneli de iyi bürünmüş şiire, şiiri şarkılarında iyi esir etmiş sahip ve bu esiri dinleyen herkez aynı düşü aynı çocuğu görür. (Eksisozluk Alıntı)

Uyu Memikoğlan uyu öte gecelerde büyü...



Her çocuğun kalbinde kendinden büyük bir çocuk vardır



Meçhul Öğrenci Anıtı / Ece Ayhan

Buraya bakın, burada, bu kara mermerin altında
Bir teneffüs daha yaşasaydı,
Tabiattan tahtaya kalkacak bir çocuk gömülüdür
Devlet dersinde öldürülmüştür.

Devletin ve tabiatın ortak ve yanlış sorusu şuydu:
- Maveraünnehir nereye dökülür?
En arka sırada bir parmağın tek ve doğru karşılığı:
- Solgun bir halk çocukları ayaklanmasının kalbine!dir.

Bu ölümü de bastırmak için boynuna mekik oyalı mor
Bir yazma bağlayan eski eskici babası yazmıştır:
Yani ki onu oyuncakları olduğuna inandırmıştım

O günden böyle asker kaputu giyip gizli bir geyik
Yavrusunu emziren gece çamaşırcısı anası yazmıştır:
Ah ki oğlumun emeğini eline verdiler

Arkadaşları zakkumlarla örmüşlerdir şu şiiri:
Aldırma 128! İntiharın parasız yatılı küçük zabit okullarında
Her çocuğun kalbinde kendinden büyük bir çocuk vardır
Bütün sınıf sana çocuk bayramlarında zarfsız kuşlar gönderecek



                              Meçhul Öğrenci Anıtı - Sırrı Süreyya Önder

NorZartonk


www.norzartonk.org

Nor Zartonk (Yeni Uyanış); Türkiye Ermeni Toplumu’ndan yola çıkarak, Türkiye halklarının entelektüel gelişimlerini sağlamaları yönünde çalışmalar yapar. İnsanların evrensel ve özgürlükçü değerleri benimsemelerine katkıda bulunur.

Nor Zartonk toplumun sosyal ve kültürel gelişimine katkıda bulunup toplumsal barış ve huzurun gelişmesinde aktif rol alır. İnsanların gerek yaşadıkları toplumu gerekse yaşadıkları Dünya’yı yorumlamaları yönünde, kendilerini geliştirmelerini sağlayan her türlü projeye destek verir.

Nor Zartonk bireylerin, Eşitlik, Adalet, Demokrasi ve Barışı temel değerler olarak kabul etmesine ve bölge ayrımcılığı yapmaksızın İnsan Haklarının bütün insanların hakkı olarak görülmesine katkıda bulunur.

Nor Zartonk militarizme, cinsiyetçiliğe, homofobiye, ırkçılığa ve her türlü ayrımcılığa karşıdır.

Nor Zartonk, yaşlıların gençler üzerindeki iktidarı olan gerontokrasiye karşıdır.

Nor Zartonk her türlü bilim, sanat, kültür, eğitim spor faaliyetlerine destek olur ve projeler hazırlar. Imkanları dahilinde organize eder.

Nor Zartonk kendi fikirleri ile uyuşan her oluşum ile işbirliği içine girebilir, projeler geliştirebilir.

Nor Zartonk herkesin kendi kimliğini özgürce ifade edebileceği, özgürce tartışabileceği, toplantı ve projelere katılabileceği bir alandır.

Nor Zartonk herkesin fikrini açıkça beyan edebileceği katılımcı, özgürlükçü bir platformdur.

Nor Zartonk’ta herhangi bir hiyerarşik yapı ve yöneticilik yoktur.

Bu prensipleri kabul eden herkes Nor Zartonk’a katılabilir.

Niçin Kitap Okumalıyız?

Bu sorunun içini doldurmak için mikrofonlarımızı saygıdeger abim Murat Menteş'e birakiyorum...





                              Onur Ünlü-Sirri Süreyya Önder-Tarık Tufan ne guzel bir programdi...

Ahmet Hamdi Tanpınar ve Beş Şehir


beş şehir’in asıl konusu hayatımızda kaybolan
şeylerin ardından duyulan üzüntü ile
yeniye karşı beslenen iştiyaktır
.”
tanpınar

Tanpinar,bu duygularla açıklıyor yazdıklarını... Orhan Pamuk da her Istanbul dogumlunun ve kendisini ''Istanbullu''diye tanımlayanların okuması gereken ''Istanbul''adli yari otobiyografik kitabında şehre hakim olan temel duygunun huzun oldugunu belirtir.Tanpınar, Pamuk'un en sevdigi yazarlardan biri oldugunu ve '' Istanbul '' kitabında pekçok alıntı yaptıgını belirtir ve ''kişisel tarihi''ni Istanbulla içiçe kurgularken,Tanpınardan devraldıgı bir hüznü bize nakleder.


1946 yılında ülkü yayınları tarafından neşredilen Beş Şehir,Tanpınarin sırasıyla Istanbul, Bursa, Konya, Erzurum,Ankaranın kaybolmaya yüz tutmış ruhlarını,kaleminin gücüyle ortaya koyma çabası.Yapıtı,geçmişten gelen hoş bir seda duygusuyla okudum.Oyle guzel tasvir ediyor ki yazar,hiç gitmedigimiz şehirleri görmüş kadar oluyoruz.
Tanpınar,ögretmen olarak veya farklı nedenlerle birkaç kez bulundugu bu şehirlerin mimarisini,tarihi zenginliklerini,gecmise duyulan huzun duygusu hiç eksilmeden kendine has edebi yetenegiyle bize naklediyor.Aslan Payı tabi ki Istanbulun...


'' ..................
Böylece,Çamlıca ve Üsküdar tepeleri,Küçük Çamlıcanın geniş rüzgarlı balkonu,Eyüp sırtları gözümüzün önüne gündelik ekmegimiz olan bir manzarayı başka kıyafetlerde yayarlar,Istanbul,Yahya Kemal'in
'' Baktım,konuşurken daha bir kerre güzeldin ''
mısraıyle övdügü güzele benzer.
Dogrusu da budur.Istanbul, ya hiç sevilmez; yahut çok sevilmiş bir kadın gibi sevilir; yani her haline, her hususiyetine ayrı bir dikkatle çıldırarak.
Bu güzelliklerde peyzajın kendisinden sonra,yahut onunla beraber eb büyük pay,şüphesiz mimarinindir.Bu üst üste hayal mevsimleri hep onun beyaz çiçegi etrafında,bu sessiz orkestranın nagmelerini biraz daha derinleştirmek,daha renkli,daha icten yapmak için açarlar.Lodos poyrazla,akşam sabahla,mevsimler birbiriyle adeta bunun için yarış ederler.
O, aydınlıgın daima  zengin rüyası,saatlerün sazıdır.Eski ustalarımızın asıl başarısı tabiatla bu işbirliginin saglamalarındadır.Pek az mimaride taş mekanik rolünü,iekiller sabit hüviyetlerini Istanbul camileri kadar unutur,pek az mimari kendisini ışıgın cilvelerine Istanbul mimarisinde oldugu kadar hazla,onun tarafından her an yeni baştan yaratılmak için temsil eder. ''



Tanpınar,hocası Yahya Kemal'e ithaf etmis kitabını.Önsözünde dedigine gore, kitabı gecmisiyle hesaplaşma itkisiyle yazıyor;yani geçmişizle ve tarihimizle bir ''hesaplasma''istegi.
Bursa'da Zaman adli ikinci bolum akla Tanpinarin aynı adlı müthis şiirini akla getiriyor.ilk ve son dortlugunu paylaşmak istiyorum.

bursa'da zaman
bursa'da bir eski cami avlusu,
küçük şadırvanda şakırdıyan su;
orhan zamanından kalma bir duvar...
onunla bir yaşta ihtiyar çınar
eliyor dört yana sakin bir günü.
bir rüyadan arta kalmanın hüznü
içinde gülüyor bana derinden.
yüzlerce çeşmenin serinliğinden
ovanın yeşili göğün mavisi
ve mimarîlerin en ilâhisi.
..............................................


isterdim bu eski yerde seninle
başbaşa uyumak son uykumuzu,
bu hayâl içinde... ve ufkumuzu
çepçevre kaplasın bu ziya, bu renk,
havayı dolduran uhrevî âhenk..
bir ilâh uykusu olur elbette
ölüm bu tılsımlı ebediyette,
belki de rüyâsı bu cetlerin,
beyaz bahçesinde su seslerinin.

Saatleri Ayarlama Enstitüsü

"saatin kendisi mekan, yürüyüşü zaman, ayarı insandır... bu da gösterir ki, zaman ve mekan, insanla mevcuttur!"


                                                 
" iyi ayarlanmış bir saat, bir saniyeyi bile ziyan etmez! halbuki biz ne yapıyoruz? bütün şehir ve memleket ne yapıyor? ayarı bozuk saatlerimizle yarı vaktimizi kaybediyoruz. herkes günde saat başına bir saniye kaybetse, saatte on sekiz milyon saniye kaybederiz ( dönemin nüfusu hakkında da bilgi edindik bakın ). günün asıl faydalı kısmını on saat addedersek yüz seksen milyon saniye eder. bir günde yüz seksen milyon saniye yani üç milyon dakika; bu demektir ki, günde elli bin saat kaybediyoruz. hesap et artık senede kaç insanın ömrü birden kayboluyor? "



A.H.Tanpınar,Turkce yazan en begendigim edebiyatcidir.Büyük bir mütefekkir(düşünür),zamaninda Darulfunu'nda Edebiyat dersleri vermis Modern Turk Edebiyatinin yapitaşı ve dehası...Kullandığı Osmanlıca kelimelerle yaptıgı tasvirler beni cok etkiliyor.Kaybettigimiz kelimeler kaybettigimiz gecmişimizdir çünkü.Kendisinin ayrıntılı bir portresini ilerde cizmek istedigimi belirttip Saatlerimizi Ayarlama'ya çalışalım şimdi.



Saatleri Ayarlama Enstitüsü Türkçe Edebiyat tarihinin tartışmasız en iyi romanlarından biri ve bence en ''dolu'' romanı.Tanpınar'ın 1962 basımlı bu kitabı,ironi ve hicvin dibine vuruyor;Dogu-Batı sorunsalını saat-zaman metaforu ustunden aciklayan bir kurgu harikası.


Romanımızda,köşkte yaşayan büyük aile,Imparatorlugu temsil eder;ailenin dagilmaya başlaması ve ana kahramanımızın hayatla ve toplumla yaşadıgı problemler,Modern cumhuriyetin yasadigi sancılara bir gondermedir.Bu kitap büyük bir medeniyetin(Osmanlı) sancılı yıkılışını ve küllerinden modern bir ulus devletin kuruluşunu; cemiyet,aile,birey ve  aralarındaki ilişkiler arka planıyla anlatıyor.
Aynı zamanda trajiktir de anlattıkları.Kitap bitince yüzünüzde ince bir gülümseme olur ama agırlıklı olarak huzun duygusu sarmalar sizi.Farklı sembolik göndermeleri yakalamaya çalışmak ve altı çizilesi cümle ve diyalogların altını daha kalın çizmek için tekrar tekrar okunası bır roman.Ben size altını şu an için ince çizgilerle çizdigim bir kac bölümü alıntılamakla yetinecegim.
Saatleri Ayarlama Enstitüsü,ingilizceye cevrilip unlu yayinevi Penguen'in ''Klasikler'' dizisinden yayinlanma calismalari baslamis ilgili link asagida.

 http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1162023&title=tanpinar-kutlanmamis-bir-kahraman


Kitapla ilgili ayrıntılı bir degerlendirme için
http://www.edebiyatufku.com/haber.php?haber_id=211



" ben aşktan daima kaçtım. hiç sevmedim. belki bir eksiğim oldu. fakat rahatım. aşkın kötü tarafı insanlara verdiği zevki eninde sonunda ödetmesidir. şu veya bu şekilde... fakat daima ödersiniz... hiçbir şey olmasa, bir insanın hayatına lüzumundan fazla girersiniz ki bundan daha korkunç bir şey olamaz... "   


'' emine'nin ölümüyle son tutunduğum dal da kopmuş gibi büsbütün boşlukta kaldım. kaybettiğim şey benim için o kadar büyüktü ki ilk önceleri bunu bir türlü anlayamadım. ne de hayatımdaki neticesini ölçebildim. sade içimde simsiyah ve çok ağır bir şeyle dolaştım durdum. sonra bu haraplığa daha başka bir duygu, bir çeşit kurtuluş duygusu karıştı. bir baskıdan kurtulmuştum. artık emine bir daha ölemezdi, hatta hastalanamazdı da. orada zihnimin bir köşesinde olduğu gibi kalacaktı. hayatımda birçok şeyler daha beni korkutabilir, başıma türlü felaketler gelebilirdi. fakat en müthişi, onu kaybetmek ihtimali ve bunun korkusu artık yoktu. her an onun hastalığının arasından etrafa bakmayacak, o azapla yaşamayacaktım. korku içimden doğru kabarıp büyümeyecek, dört bir yanımı kaplamayacaktı.
vakıa evim yıkılmıştı, iki çocukla başbaşa kalmıştım, çalışmanın lezzetini kaybetmiştim. hepsinden fenası, artık hiçbir şeye inanmıyordum. fakat korkmuyordum da.
olabilecek şeylerin en kötüsü olmuştu. artık hürdüm. "

ben giderken en çok seni götürdüm

 Sacit abi sever bu şiiri,ikimiz de ezbere patlatırız ayrıca...
 Orjinal video klibini paylaşıyorum




                                                    YAGDIKÇA-YILMAZ ERDOGAN

siz geniş zamanlar umuyordunuz,çirkindi dar vakitlerde bir sevgiyi söylemek


                                 Sevgilerde / Behçet Necatigil
                                                     
                                                Sevgileri yarınlara bıraktınız
                                                Çekingen, tutuk, saygılı.
                                                Bütün yakınlarınız
                                                Sizi yanlış tanıdı.

                                                Bitmeyen işler yüzünden
                                                (Siz böyle olsun istemezdiniz.)
                                                Bir bakış bile yeterken anlatmaya her şeyi
                                                Kalbinizi dolduran duygular
                                                Kalbinizde kaldı.

                                                Siz geniş zamanlar umuyordunuz,
                                                Çirkindi dar zamanlarda bir sevgiyi söylemek.
                                                Yılların telaşlarda bu kadar çabuk
                                                Geçeceği aklınıza gelmezdi.

                                                Gizli bahçenizde
                                                Açan çiçekler vardı,
                                                Gecelerde ve yalnız.
                                                Vermeye az buldunuz
                                                Yahut vakit olmadı.

Kitap yığılı bir masa ve Yalçın Küçük


Bir masa eger kitapla dopdoluysa bu bize nasıl bir duygu verir?Öncelikle saygı uyandırır galiba... Masaya oturan kişiye karşı içten bir muhabbet besleriz.Bende karşılıgı böyle.Bu düşüncelere Yalçın Küçük'ü  4-5 yıl önce televizyon ekranlarında haftalık programlarını izlerken kapıldım.Masasına bir sürü kitap yıgıyordu bazen abartıyor kuleler haline getirip boyunun üstüne cıkayorsdu.Bir sürü notlar gazete kupurlerı cabası...Bir nevi kafasının içindeki düşünceleri kitaplar aracılıgiyla masaya yıgıyor; kendisine yöneltilen sorulara karşı herhangi bir gazete kupürünü veya kitabı açıp bir silah gibi kullanıp bagıra çagıra okuyordu.Ilk basta cok saygıdeger gelen bu görüntü Yalçın Küçük'un kafasının aynı kitap yıgılı masası gibi fena karışmasının veya delirmesinin-ki buna bilincli delirme de diyebiliriz hoş bir şekilde-bir sonucu antipatikleşti söyledigi her söz ve hareket sakil göründü.Bu yorumları yaparken Yalçın Küçük'ün sözlerinin dogrulugundan ve bilimselliginden cok oluşturdugu intibaya dikkat çektigimi hatırlatayım...





Ben de ondan devraldıgım gizli bir egilimle bloguma yazılar yazarken veya cofee shoplara gidip kitap okurken gerekli gereksiz bircok kitapla doldurmaya basladım masamı.Işe de yarıyor gerçekten...Teşvik edici bakışlar veya ''ooh bu kadar kitabı okuman mı gerekiyor iyi şanslar'' şeklinde güzel temennilere marus kalıyorum.Masaya kitap yıgmak beni okumaya ve çalısmaya teivık ediyor başarıya giden her yol mubahtır nasıl olsa!Herkes istedigi gibi takılsın.Yalcık Kucuk de ''kitap savaşları''na devam etsin ben artık takip etmıyorum kendisini.Hakkını helal etsin.

Eski bir videosunu paylaşarak nostalji yapalım

büyülü gerçekçilik ve Gabriel Garciel Marquez


Gabriel Garcia Marquez deyince büyülü gerçekçilik akımı ve Latin Amerika akla gelir.Küçük yaşta büyükannesinden dinledigi öyküler onu çok etkilemiş;büyükannesinin anlattıgı trajik ve hüzünlü-ayni zamanda bütün Latin Amerikanın ortak kaderi-diyebilecegimiz öyküleri dinlerken bunu nasıl da duygusuz ve vakur bir biçimde adeta bir masalsı bir edayla anlattigindan bahseder.Marquez'in en buyuk gücü babaannesinden ödünç aldıgı bu dili roman diline ve teknigine uygulaması...Büyülü gerçilikçilik diye adlandırılan ve Marquez'in önderi oldugu bu dil,olayları en dogru biçimde aktarırken;görkemli tasvirlerden kaçınıp yaşananları hayatın trajik yönüne yaslanıp imgelerle dolu bir taslak çizmesi.
Kolombiyali Marquez Latin Amerikanin en buyuk yazari olarak degerlendiriliyor.''Bizim hikayemizi,bize en iyi anlatan yazar''deniliyor Latin Amerikada...



Yüzyıllık Yalnızlık(cien anos de soledad)Marquez'in en onemli kitabı ve büyülü gerçekçilik akımının basucu kitabı olarak degerlendirilir.Kitapta,Kolombiyalı 3 kuşak bir ailenin yaşamından bahseder.Oykusunu cok guzel kurgular Marquez ve üslubu da babaanesınden ödünç aldıgı o dildir.

Şahsen ben kitabı yarısından sonra okumakta zorlandım.Isimler ve kuşaklar birbirine karıştı.Konsantre olamamamda kitabın temel yapısını kavradıgım duygusu hakimdi galiba.Önemli bir bölümünü atlayıp sonlandırdım kitabı.Post modern edebiyatı daha yakın duranlara ve surprizli kitapları sevenlere önermiyorum.




Kırmızı Pazartesi (cronica de una muerte anunciada şu ana kadar okudugum kitaplar arasında en etkileyicilerinden biriydi.
önceden haber verilmiş bir cinayetin güncesi(eksisozluk alinti)  diye ozetleyecegim Kırmızı Pazartesi bir kasabada herkesin bir şekilde tahmin ettigi fakat kader örgüsüyle veya büyülü gerçekçi bir şekilde kimsenin engelle(ye)medigi bir cinayeti konu ediniyor.
Bu baglamda Hrant Dink Cinayeti insanin aklina geliyor.Herkesin olacagını bildigi ama ne zaman vuku bulacagını kestiremedigi,kaderin görünmez ipinin hükmettigi bir cinayetin öyküsü Hrant Dink Cinayeti ve Kırmızı Pazartesi.
Uzun bir öykü de denilebilir bu roman için.G.G.Marquez bu romanı için şu ifadeleri kullanmış:


'' ben hiçbir romanımda bu romandaki kadar ipleri elimde tutamadım. belki bunu konu ve hacim nedeniyle başarmışımdır. konusu çok sert olan ve hemen hemen polisiye bir roman gibi işlenen bir yapıt bu. üstelik de çok kısa. bundan önce de en iyi romanım yüzyıllık yalnızlık değil de albaya mektup yok adlı yapıtımdı. ben öyle sanıyordum ve bunu da sık sık söyledim. şimdi de en iyi romanımın kırmızı pazartesi olduğunu sanıyorum. ''







29 Eylül 2011 Perşembe

Murat Menteş ve Afili Hareketleri


Murat Menteş,afili hareketleri olan bir abimdir.En başarılı genç dönem yazarlardan biri müthiş tasvir yetenegiyle kelimeleri kalemiyle adeta canlandirmasi takdire şayan.Kendisiyle muhabbettigimiz vardır.Benim için güzel bir anı olan bir tanışıklıgım oldu kendisiyle 1.5 yıl önce.Taksim Sahaf Şenligi'nde bir standta kitaplarla haşır neşir olurken bir anda yanımda belirdi.O sıra kendisinin Korkma Ben Varım adlı kitabını okumakla meşguldüm ve bir anda karşımda belirince korktum ve O'na ''Korkma Ben Varım'' demek istedim ama demedim.Peki ne yaptım,Atom Bombacıyan(kitabinda Kurtuluşlu Ermeni bir kuyumcu karakter) diye seslendim:)Dönüp bana baktı ve sohbetimiz başladı.Sohbet başlatmak için ilginç bir laftı ama o da ''siz Ermeni misiniz?daha önce kitabımı okuyan bir Ermeniyle tanışmamıştım'' deyince,o da bana aynı ilgiçlikle-yoksa saçma mı demeliyim-cevap vermiş oldu.Hoşbeş ettikten sonra kitabını bitirip kendisine email atacagımı söyledim ve yaptım bunu.Kitabındaki bir takım yanlışları da aktardım-mesela Niko isminin bir Rum ismi oldugunu Ermeni bir karakterde kullanmasının yanlış oldugu-...
Kendisinin bir kitap kurdu oldugunu söyleyip incelikli birkaç iltifat ettikten sonra tavlamış oldum Murat abiyi.Cep telefon numarasını verince kendisini aradım.Ve bitirdigim kitabı hakkında güzel bir sohbet ettik.(J.D.Salinger'in dedigi gibi ''sevdigimiz kitaplarin yazarlarini arayip onlarla konusmalıyız''-ama bunu soyleyen Salinger'in okurlariyla hic konuşmamasi,telefonlara hic çıkmayıp asosyal şizoid kişilik yapısıyla herşeyden ve herkesten elini etegini çekmesi başka bir hoşluk arz ediyor tabi:)

Neyse efendim,kendisiyle kitabi hakkinda konustum begendigimi soyledim.Bana bugun dogum günü oldugunu soyledi;ben bilmiyordum.Tesadüf!Kutladım kendisini...KLARK adlı programını hep takip ettigimi ve bitmesine çok üzüldügümü söyledim.-Klark edebiyat programiydi her hafta onemli konuklar agirlarlardi.Ilgilenenler Youtubedan butun bolumlerine ulasabilir-.
Bana bir aile sırrını soyledi.Artik sırrını bildigim icin dost olmuş olur muyuz abi:) en son gercekleştiremedigimiz ''bir kahve içip sohbet ederiz'' sözüyle konuşmamız sonlandı.Amerika'ya dönmeden kendisine afili bir jest yapıp Yervant Odyan'ın Yoldaş Pancuni adlı kıtabını kargoyla hediye ettim.


Murat Menteş iyi bir kalem fakat yazdıkları eserler sabun köpügü gibi biraz.Hızlı akan sürprizli romanlar ozellikle Dublorun Dilemması o bakımdan enfesti.Ama okuduktan bir süre sonra akılda birşey kalmıyor.-Onur Ünlü'nün Dublorun Dılemmasını senaryolastırıp filme cekecegi söyleniyordu ama yalan oldu galiba-.Fast food edebiyatı lafını kulllanmak istemem ama bence daha derinlikli seyler yazabilecek kabiliyette bir kalem kendisine veya bize haksızlık yapıyor hissiyatındayım.Ne kadar da izledigi yolun kendisinin bilinçli bir tercihi oldugunu iyi bilsemde.Bu baglamda yeni jenerasyondan Hakan Günday tercihimdir.


" ... Biz yetimler intikam iştiyakıyla doluyuzdur. Dehşeti dengelemeye yatkınızdır. Başkalarının öçlerini de almaya hevesleniriz. Yetimlik bize kanlı doğaçlamalar yapma cüreti verir. Suçlamakla ya da suç işlemekle kaybolmayan bir masumiyet imtiyazına sahibizdir İtiraf etmeliyim ki, aziz okur, benim ömrüm, her birini gebertmek istediğim insanlarla aramdaki buzdağlarını eritmeye çalışmakla geçiyor. Mesela zenginlerden nefret ediyorum, ne yapayım, elimde değil.''(Dublorun Dilemmasi'ndan...)




Son olarak afili ve delikanlı bir davranışla Ece Temelkuranı ve Nuray Mert'i cok begendigini ve onlara karşı başlatılan ''cadı avı''na karşı asil ve mertçe savunmaya geçmesine ''Çok güzel Hareketler Bunlar'' diyorum.Bu aralar dogumgunun olması lazım iyi ki dogdun iyi ki varsın:))


Ece Temelkuran ve Nuray Nert icin kaleme aldıgı yazı
http://www.afilifilintalar.com/ece-temelkuran-ve-nuray-mert

Tarihi nasil okumalıyız veya Semerkant

                                                                                                         

Amin Maalouf,günümüzün en önemli tarihi roman yazarlarından biri oldugu kadar önemli vicdanlı entellektüellerinden biri.Asıl şöhretini;tarihi,büyük bir hayalgücüyle kurgulaştırdıgı romanlarıyla yaptı.Afrikalı Leo ve Semerkant ilk kitapları...Lübnanlı bir Arap Maruni Hristiyan olan Maalouf hayatını Fransada sürdürüyor ve Fransızca yazıyor.Hem Batıyı hem Dogu Medeniyetini çok yakından tanıdıgı ve gözlemledigi için ''sözü dinlenen'' bir kalem ve en başında söyledigim gibi tarihi iyi okuyan vicdanlı bir kalem...11 Eylul saldırılarından sonra degişen Bati siyasetinin,nasıl açmazlara gebe oldugunu Batının üzerine düşen siyasi ve vicdani sorumluluktan uzak anlayışla nasıl Islamofobiyi arttırdıgını anlattıgı ufuk açıcı kitabı Çivisi Çıkmış Dünya herkese tavsiyemdir.Günümüzün süper gücü Amerika ve Avrupa'nın Islam ve Doguyu elestirirken meşruiyetini ve gücünü korumak için bizzat izledigi politikalarla ''Batı Dışı''nı sömürüp geri bırakmasının tarihi kökenlerini de inceliyor.Dedigi ozetle ''Batı sorumluluktan kaçamaz üstüne düşenleri yapmıyor ve Batı Dısı üçüncü dünya ülkelerinin geri kalmasının en büyük nedeni Batıdır.Oyle degil mi?Yoksa hepimiz ayni gemide degil miyiz:))


Aamin Maalouf abimizin de blogu varmış.Bir göz atın derim:)
http://www.aminmaalouf.net/en/





http://tr.wikipedia.org/wiki/Semerkant_(roman)



Semerkant,yazılmıs en basarılı tarihi romanlardan biri.1000 li yıllardaki Iran cografyasına büyük bir hayalgücüye ışık tutuyor Maalouf.Selcuklu Devleti'nde Turk hukumranlıgıyla yönetilen Iranın tarihinden bahsediyor ilk bolumde.Islam Tarihinin ve Batının ''Golden Age'' dedigi donemde Omer Hayyam'ın başrolde oldugu bir masal bu.Tarih bir masaldır zaten;hep yeniden üretilen... her yazı bir kurgudur bir çarpıtmadır onemli olan bunu nasıl yaptıgınızdır ve Amin Maalouf bunu başarıyla yapıyor.
Omer Hayyam,donemin en onemli alimlerinden biri.Şair,astronomi ve matematikle ilgili,yazdıgı ruabilerle istenmeyen adam aynı zamanda.Biri Semerkand,Islam dunyasının en onemli şehirlerinden biri...Omer Hayyam büyük bir alim ve öykümüz Hayyam'ın yolunun Semerkandla keşişmesiyle başlıyor.Dönemin büyük yöneticisi Nizamulmulk'un kendisini kanatları altına alması ve astronomi çalışmaları için rasathanesini kurmasını saglamasıyla öykümüz devam ediyor.Saray entrikaları,ihtiraslar,güç dengeleri,savaşlar...
Hasan Sabbah ve Haşşaşıyun Tarikatıyla dönemin en çarpıcı oluşumuna göz atıyoruz sonra...
nizamülmülk, melikşah, alp arslan tuğrul ve çağrı beyler gibi hukumdar,isfahan, semerkant, kum, bağdat, nişabur gibi zamanın onemli kentleriyle yollarımız keşişiyor.
Kitabın ikinci bölümünde Maalouf bizi modern Iranın kuruluş donemine Islam medeniyetinin gücünü kaybedip Batı'nın her alanda;bilimde ekonomide,askeriyedeki üstünlügünün Iran tarihine etkilerini okuyoruz.Ikinci bölüm ilk bölüme göre çok çarpıcı bulunmasa da Maalouf'un Çıvısı Çıkmış Dunya adlı deneme kitabında değindigi asıl meselini kavramak için çok önemli.Çuvaldızı Batıya batırıyor Maalouf.Iranın gunumuzde Batıyla çatışmasının temellerini bize gösteriyor.Bu arada Omer Hayyam'ın izinden hiç uzaklaşmıyoruz.Omer Hayyam'ın Rubaıyatı aynı zamanda Iranın öyküsü çünkü...
Hayyamın ve Rubaiyatının izini bir Batılı takip ediyor kitapta ve öykümüz Rubaiyatın Titanikle beraber batmasıyla sona eriyor.Yoksa sona ermiyor mu desek?


kim senin yasani cignemedi ki, söyle?
günahsiz bir ömrün tadi ne ki, söyle?
yaptigim kötülügü, kötülükle ödetirsen sen,
sen ile ben arasinda ne fark kalir ki, söyle?
                                                         
                                                          Omer Hayyam


TARIHI NASIL OKUMALI

Semerkandi okuduktan sonra,bir bilim dali olarak Tarihe nasil bakmaliyiz sorusu aklima takıldı.Özellikle okullarımızdaki ezberci,sorgulamaya kapalı egitim sistemine tekrar lanet ettim.Savaşları yücelten,Pasarofça Antlaşmasının tarihini bize ezberleten ve bilemezsen bundan puan kıran bir egitim sistemiyle Milli Egitim Bakanlıgı tornasından geçtim.Keşke Semerkant gibi veya Amin Maaolufun diger roman ve deneme yazılarını liselerimizde okutsak...Tarihin geçmişe dönük bir projeksiyon oldugunu Pasarofca antlasmasının karar maddelerinin degil savaşları olusturan gerçek nedenleri bugünkü siyaset algımızı geliştirecek düzlemde daha sogukkanlı biçimde bir  sorgulama çabasına girişsek.Bu savaşların o bölgede yaşayan halkların günlük yaşayışındaki etkilerinden biraz bahsetsek daha güzel ve dogru olmaz mı?
Günümüzde Tarihi dizi ve filmler büyük ilgiyle izleniyor ülkemizde.Muhteşem Yüzyıl bunun tipik örnegi.Tarihimizi sanat yoluyla ilgi duymamız güzel ve umut ediyorum bu tarihimizi sorgulama ve gerçekçi degerlendirmeler yapabilme yolunda bir fırsat olur.
Bu baglamda son olarak iki kitap onermek istiyorum.Çetin Altan'ın Tarihimizin Saklanan Yüzü ve Öldürülen Padişahlar ve Devrilmiş Şehzadeler

Cihangir Camii'nin hemen yanindaki imamin evi

Boğaz, Kız Kulesi, Kadıköy, tarihi yarımada, vapurlar, martılar... Tüm bunları aynı anda izlemek insan ruhuna oldukça iyi gelir. Bunların hepsini tek merkezden izleyeceğiniz mekânlardan biri de Cihangir'deki Cihangir Camii. Adını padişahın 'cihanı gör' cümlesinden alan bu cami Kanuni Sultan Süleyman tarafından, sakat doğan ve ağabeyi Şehzade Mustafa'nın ölümüne dayanamayarak üzüntüden hayatını kaybeden Şehzade Cihangir adına yaptırılmış.Camii,ünlü Ermeni mimar ailesi Balyanlar tarafından yapılmış.







Bu kısa bilgiden sonra ben kendi derdime doneyim.Cihangir Istanbulun en güzel semtlerinden biri.Son donemde entellektuel sanatçı kesimin yerleşmesiyle çok gözde oldu.Emlak fıyatları kiralar katlandı filan...Guzel kafelerin,barların açıldıgı da bir yer.Ama benim asıl derdim;caminin hemen yanında imamın oturdugu gecekonduvari ev.Caminin adeta bir müştemilatı gibi duran bu ahşap evde oturan imamı çok kıskanıyorum.Istanbul'un dort bir tarafına hakim olan,bence en güzel yerinde oturuyor.Kıskanmamak elde degil arkadaş!.Bir gun evine bayram ziyaretinde bulunmak isterim.Kapı ''No1''.Ilgilenenlere...

nev




Güzel bir abimizdir Nev.Pop Rock tarzında guzel şarkıları vardır.En son alaturka Turk Sanat Muzigi parçalarını kendine has yorumladıgı Bir Nev i Alaturka diye bir album yayınlamıştı.Nev,şarkılarını kendi yazan kendi besteleyen,entellektüel ve hoşsohbet guzel bir abimizdir.
Guz Gecesi programında rastladım kendisine canlı performans da yaptıgı bu programı sizle paylaşmak isterim.Müzige ve gitar çalmaya Eric Clapton'un Wonderful Tonight şarkısını dinledikten sonra karar vermiş.

 http://tvarsivi.com/burcu-esmersoy-ile-guz-gecesi-28-09-2011-izle-e_25697.html


Bu da çoooook eglenceli bir şarkısı.Benmişiiiimmm kendimdeeeenn....


Sanatçıların Gözüyle Kürt Sorunu

HaberTurk te Balçiçek Pamir'in sundugu Karşıt Görüş programında Kürt Sorunu tartışıldı.Izlenebilir izlenmese de olur.Ben yine de linkini vereyim.

http://tvarsivi.com/karsit-gorus-sanatcilarin-gozunden-kurt-sorunu-28-09-2011-izle-e_25686.html


Kısaca ozetlemek gerekirse belki şu görüşleri aktardı sanatçılar

Nur Sürer (Sinema Oyuncusu) Artık en kısa sürede barışın saglanması gerekir Bu hükümetten ümitliydim başlangıçta;ama şimdi ümitsizim.Ben aktivist bir sanatçı olarak;barışı hep savundum ama gidişat beni hüzünlendiriyor.Asker çagına gelmiş bir oglum var bu kirli savaş bitene kadar oglumu askere göndermeyi düşünmüyorum vicdani ret ve her türlü baris eylem ve etkinlıklerini destekliyorum.

Mustafa Altıoklar(Yonetmen) En sonda söylenileni en başta söylemek gerekirse günümüzde tek çözüm olarak Kürtlerin kendi devletlerini kurmasını görüyorum.Tabi bu başta özerklik dönemınden geçecek 10-20 yıllık uzun bir doneme yayılacak.Şahsen ben Kürt olsam bagımsız bir devlet kurmak için her türlü şeyi yapardım.Keşke asimilasyon politikaları uygulanmasaydı da Osmanlı dönemindeki gibi bir birlik saglanabilseydi.Ben aynı evlilik gibi bugün şiddetli geçimsizlikten bölünücegimizi fakat ilerde iki medeni insan gibi dost kalabilecegimizi düşünüyorum.Belki ilerde Dogu Akdeniz Birligi tarzında Osmanlıyı andıran bir birlik kurulabilir ama bunun gönüllü olması lazım.(Burada aynı zamanda bir senarist olan Altıokların fazla uçtugunu ve saçmaladıgını  kabul edelim:))

Timur Selçuk (Müzisyen) Kürt Sorunun çözülememesinin en büyük nedeni PKKdır.Bu örgüt terore başvuran uyuşturucu rantından beslenen mafyatik bir oluşumdur.Rantın kesilmemesi için bugün en büyük zulmü kendi halkına uygulamaktadır.BDP de PKKnın bir uzantısıdır ve maşadır.Feodal yapının bozulmasını istememektedir.Guneydogudaki Kürt Halkının yeni bir örgütlenmeye gitmesi gerekir.Ahlaklı güzel insanların oluşturacagı yeni bir hareket ve Ankara'daki muhtarlıgın yani devletin de eski asimilasyon politikalarını terk edip Kürt halkının gerçek sesini dinlemesi gerekir.
Kürtlerin egitim ögretim alanında yüksek ögretim de dahil dillerini özgürce kullanabilmelerini destekliyorum diger halkları destekledigim gibi...

Ahmet Ümit (Yazar Romancı) Hergun şiddet sarmalının arttıgı bir yerde barıştan söz edilemez.Herşeyden önce silahların susması gerekiyor.Devletin PKKyla temas kurması ve barış icin konuşulabilmesi çok olumlu.BDP nin meclise girmesini destekliyorum BDP yle hükümetin diyalogunu arttırıp zamana yayarak PKK nın dagdan indirilip siyasi platformda yer almasının yolu açılması çözümün anahtarı.Çünkü PKKsız bu sorunda bir çözüm artık düşünülemez.

uzay heparı

                                                                       1969-1994


90lar Türkçe Pop müziği çocukluguma ilk gençligime eşlik etti.Çok basit kötü şarkı ve albümlerin yanında beynime kazılmış arasıra açıp dinledigim şarkılar vardır.Sadece kuru bir nostalji değil bu gerçekten gunumuzde mumla aradıgımız bir çok güzel şarkı yapıldı.Bir çogunun düzenleminde Uzay Heparı'nın imzası var.Sezen Aksu'yla çalışmaya başlayıp onun kanatları altında birçok guzel çalişmaya imza attı.Genç yaşta geçirdigi motorsiklet kazasıyla yaşamı sona erdi.Etilerde motorsikletiyle Demet Akbag'ın duran arabasına çarparak ölmesi de ayrı bir trajedi.Turkçe Pop müzigin başına gelmiş en güzel aranjörlerinden biri olarak kabul ediliyor hala...Birçok onemli albumde imzası var Sezen Aksu başta olmak üzere önemli müzisyenlerin çalışmak istedigi gözde bir isim oldu.Aranjörü oldugu ve her şarkısı guzel olan albumlerden Levent Yüksel'in MedCezir albumu yapılmış en iyi türkçe pop albumu olabilir bence.Imzasını attıgı son albüm Demet Sagıroglu'nun Kınalı Bebek albumuydu.Kınalı Bebek ve Arnavut Kaldırımı şarkılarını hatırlarsınız.Arnavut Kaldırımı şarkısı KRAL TV'de en az 10 hafta listebaşı oldugunu hatırlarım.İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuarı Piyano bölümünü mezunuydu.Ozellikle piyano partisyonlarıyla cok guzel şarkılar aranje etti.Piyano sololarıyla aklıma gelen ilk şarkılar Kınalı Bebek ve Küçügüm şarkıları.Bence iki şarkı da gelmiş geçmiş en güzel Turkçe şarkılarından...Bunları sizle paylaşmak istiyorum.


                                                                   KINALI BEBEK



                                                                       KUCUGUM

Sonsuzluk ve Bir Gün


                                                       http://www.imdb.com/title/tt0156794/
Beni en çok etkileyen fılmlerden biridir Sonsuzluk ve Bir Gün...
Theo Angelopoulos 98 yapımı Cannes Altın Palmiye ödüllü bu filmi,gerçek bir sanat eseri.Angelopoulos filmleri şiir gibidir;ağır akar pek çok kimse sıkılır izlerken.Ve fakat bu film öyle güzel çekilmiş ki,hayran olmamamak elde değil.Angelopoulos sahnelerde tek plan kullanır,sahnenin dogal akışını kesmez kadrajını çok guzel ayarlar,her sahne ayrı bir fotograf ayrı bir dizedir ve sonunda çok iyi bir şiirle karşılaştıgınız duygusuna kapılırsınız.


''
zaman nedir?
"dedeme göre zaman bir çocukmuş..
ve sahilde iskambil oynarmış.."

                                                        ''

Film bu guzel sozlerle başlıyor,muthiş fotografik ve şiirsel olan açılış sahnesi bize ilk olumlu intibayı veriyor.Film,hastalıgı nedeniyle ömrünün son günlerini geçiren Alexander adlı Yunanlı bir yazarın geçmişe dönük içsel bir yolculugunu konu ediniyor.Sevgilisini,aşklarını,memleketinden uzakta kaldıgı günleri,ideallerinin peşinden gitmeye çalışırken aslında hayatı kaçırdığını...Aslında birçok entelluktel idealist yazarın adeta ortak bir duygusu ve hüznüdür bu.Ve fakat çarpıcı monologlara örnegin yazarın düşkünler evinde annesiyle konusmasına kayıtsız kalamıyorsunuz işte...


''
neden, anne...
neden hiç bir şey beklendiği gibi olmadı
neden?
neden çürüyüp gider insan sessizce...
acıyla ihtiras arasında parçalanarak?
ben neden hayatımı sürgündeymiş gibi geçirdim?
kendi ana dilimi konuşma şansım varken,
neden bu kadar seyrek döndüm ülkeme?
kendi dilim varken
hala kayıp kelimeleri bulabilecek
ya da sessizliğin içinden unutulmuş kelimeleri çıkarabilecekken
neden sadece ve sadece kendi ayak seslerimi duydum evin içinde?
neden?
söyle bana, anne...
insan neden bilmez nasıl seveceğini?

                                                                                 ''

Yazar kahramanimizin yolu,sürgün kaçak bir Arnavut çocukla kesişiyor.Yazarın son günlerine eşlik ediyor.

Idealist yazarımız kendisini bohem şair Kavafis'in yarım kalan Ithaka şiirini tamamlaya adıyor.Kavafis,dunyada gezdigi dort bir yandan para karşılıgı sözcükler toplayan bir şairdi memleketinin şiirini yazmak istiyordu.

Konstantin Kavafis Osmanlı Imparatorlugu yollarında 19 yy sonlarında Iskenderiyede dogmus Istanbulda da yaşamış Yunanlı bir şair.Benim çok sevdigim bir şiirini Cevat Çapan çevirisiyle paylaşmak isterim.





                                         http://tr.wikipedia.org/wiki/Konstantinos_Kavafis


                                     Şehir


bir başka ülkeye, bir başka denize giderim, dedin
bundan daha iyi bir başka şehir bulunur elbet.
her çabam kaderin olumsuz bir yargısıyla karşı karşıya;
-bir ceset gibi- gömülü kalbim.
aklım daha ne kadar kalacak bu çorak ülkede?
yüzümü nereye çevirsem, nereye baksam,
kara yıkıntılarını görüyorum ömrümün,
boşuna bunca yıl tükettiğim bu ülkede.

yeni bir ülke bulamazsın, başka bir deniz bulamazsın.
bu şehir arkandan gelecektir.
sen gene aynı sokaklarda dolaşacaksın,
aynı mahallede kocayacaksın;
aynı evlerde kır düşecek saçlarına.
dönüp dolaşıp bu şehre geleceksin sonunda.
başka bir şey umma-
ömrünü nasıl tükettiysen burada, bu köşecikte,
öyle tükettin demektir bütün yeryüzünde de.






theo angelopoulos kendisi ile yapılan bir konuşmada sonsuzluk ve bir gün'e işaret ederek; "bir insan yaşamak için bir tek günü kaldığını bilirse ne yapar? sanırım yaşamınıı gözden geçirir... bazen birisiyle birlikte iken yaşarken yaptığımız işe kendimizi öylesine kaptırırız ki, yanımızdakinin farkına bile vararnayız. aradan zamarı geçer ve bir de bakarız ki, daha iyi yaşama, daha iyi sevme fırsatını kaçırmışızdır. ...filmin kahramanı alexander, yaşamı tanımlamak için o kadar çok zaman harcadı ki, kendisi yaşayamadı."


Filmin müthiş müzikleri Eleni Karaindrou ait.Bir cok televizyon haber programında kullanıldıgını hatırlıyorum.






                                 ''
                                  -yarın ne kadar diye bir soru sormuştum Anna hatırladın mı?
                                  -sonsuzluk ve birgün kadar...
                                  -duyamadım?
                                  -sonsuzluk ve bir gün kadar...
                                                                                                             ''
























28 Eylül 2011 Çarşamba

boynuma sarılma gülüm,benden sana geçer ölüm




NAZIM HIKMET







JAPON BALIKCISI




balık tuttuk yiyen ölür
elimize değen ölür
bu gemi bir kara tabut,
lumbarından giren ölür.
.
balık tuttuk yiyen ölür,
birden değil, ağır ağır,
etleri çürür, dağılır,
balık tuttuk, yiyen ölür.
.
elimize değen ölür,
tuzla, güneşle yıkanan
bu vefalı, bu çalışkan
elimize değen ölür.
.
birden değil, ağır ağır
etleri çürür, dağılır,
elimize değen ölür
badem gözlüm, beni unut
.
bu gemi bir kara tabut
lumbarından giren ölür
üstümüzden geçti bulut
badem gözlüm beni unut
.
boynuma sarılma, gülüm,
benden sana geçer ölüm
badem gözlüm beni unut
bu gemi bir kara tabut
badem gözlüm beni unut
.
çürük yumurtadan çürük
benden yapacağın çocuk
bu gemi bir kara tabut
bu deniz bir ölü deniz
insanlar ey, nerdesiniz?
nerdesiniz?


(Eksisozluk Alıntı)

siir konusunu abd'nin pasifik'teki bikini ve eniwetok adalarinda patlattigi hidrojen bombalarindan almistir (gereksiz ayrinti: bu bombalardan sadece 1 tanecigi bile, bikini adasi sakinlerinin 100 yil boyunca evlerine donmesini imkansiz hale getirmeye yetmistir).

1 mart 1954'de bikini adasina dusen bombanin yarattigi ates topu, * radyoaktif bir mantar bulutu olusturmus * ve yayilan radyoaktif ruzgar
daigo fukuryu maru adindaki balikci gemisini etkileyerek, icindeki herkesi zehirlemistir. *

siirde bahsedilen japon balikcisi, o sirada gemide olan ve zehirlenerek yaklasik 6 ay sonra olen ilk kurban olan
kuboyama aikichi'dir.


Bu şiir en sevdiğim Nazım şiirlerinden biridir.Ezginin günlüğü,Ünol Büyükgönenç,Sadik Gürbüz,Sümeyra yıldız farklı tarzlarda besteleyip yorumlamışlar.Ve fakat en guzel yorum Burak Bora'ninki bence...



                                                          Burak Bora-Japon Balikcisi






hayat bir katakulliden ibarettir


Kitapta geçen bu cümle kitabı bitirene kadar kafamda yankılandı.Hayat bir katakulliden mi ibarettir gercekten? ''Kitabı okumadan Twittervari bir motto olarak algilanabilir bu cümle.Düşünsenize Sabahattin Ali günümüzde yaşıyor olup Twitterina bu cümleyi yazsaydi;''Like''lari toplayip retweet yapilsaydi...
Bu afili cümleyi anlamlı kilan Sabahattin Ali'nin Içimizdeki Şeytan kitabında müthiş karakterler yaratma becerisi ve bu yolla hayat ve toplumu sorgulamasi.Yarattigi karakterleri birbiriyle catıştırarak ete kemige büründürüyor az diyaloglu,bol tiradli bölümlerle meselini anlatiyor.





Sabahattin Ali'nin diger bir kitabi Kürk Mantolu Madonna gunumuzde cok okunan bir kult kitap haline geldi.Raif ve Maria Puder karakterleri ve aralarindaki ask cok az yazarin başarabilecegi bir ustalıkla ve duyguyla yazılmış.Sabahattin Ali bence bir karakter yaratma dehasi.Müthiş bir duygusal zeka,tasvir yetenegi,insan psikolojisini muthis kavrama ve bunu oykulemedeki ustalığı onu benim gözümde Dostoyevski nin yanına koyuyor.Bu kitapta da S.Ali,Ömerin Macide'ye duydugu aşkı muthis tasvir ediyor:


'' zaten anlatmak istediğim bir şey var, bin bir şekle sokup anlatmak arzusuyla yandığım bir tek şey: sizi sevdiğim. bunun dünyanın teşekkülünden beri kaç milyar defa tekrar edildiğini unutmuyorum, fakat siz söyleyin, canlılığından bir şey kaybetmiş mi? kainatta hiçbir mevcudun olamayacağı kadar taze ve olgun değil mi? bu öyle bir kelime ki doğuyor ve doğuşuyla beraber kemali de içinde getiriyor. sizi seviyorum... başka ne söyleyeyim? siz de cevap vermeye kalkmayın. bir insanın bütün varlığı ile karmakarışık ruhu, esrarı çözülmemiş vücudu, arzuları, itiyatları, ihtirasları, hulasa her şeyi ile size teslim olması, size iltihak etmesi (katılması) ne muazzam bir şeydir! bunu tamamıyla anladığınızı biliyorum. bunun karşısında lakayt kalamayacağınızı da biliyorum. hiçbir insan seven bir insanın karşısında alakasız olamaz. dünyanın bu en harkulade hadisesi karşısında kimse hareket ihtiyarına (davranış özgürlüğüne) malik değildir. buna hakkı yoktur. nasıl muhtaç olduğumuz havayı istemem demeye, mekan içinde bir yer işgal etmekten vazgeçmeye kuvvetimiz yoksa, bize verilen bir aşkı almamaya da iktidarımız yoktur. ''





Kitapta Omer,Macide ana karakterler.Omer postanede bir memur,Macide konservatuarda ogrenci.Ayni zamanda uzaktan akrabalar. Aralarinda baslayan askla Ömerin iç dünyasını daha yakından tanımaya başlıyoruz.Omerin zamanla degisen gorusleri,gecmisini ve yasantisini sorgulamasi,Macideye duydugu aşkla başlıyor.Maddi sıkıntılar yüzünden içe kapanıp adeta ''Içindeki Seytan''a teslim olmasini goruyoruz.


'' ... içimizde, bizim 'ahlak' tarafımızda hiçbir şekilde münasebete geçmeyerek hadiseleri muhakeme eden, neticeler çıkaran ve tedbirler alan bir 'hesabi' tarafımız vardı ve lafta değilse bile fiilde daima o galip çıkıyor ve onun dediği oluyordu. ''


Omerin is arkadasi veznedar Hafiz Husamettin Bey icindeki şeytana yani acizligine yenildigi bir donemde Omer yanina gelip bankadan Hafiz Husamettin Beyin bankadan calmakta oldugu paradan bir miktar istediginde Husamettin Beyin tiradı okumaya deger:


'' - aferin evlat iyi etmissin! sonra zamanini da iyi intihap ettin. maalesef seni bos ceviremeyecegim. mademki iki esnaf karsi karsiyayiz, acikca konusalim.. dun gelsen metelik alamazdin, seni tekme ile kovardim. yarin gelsen beni bulamayacaktin. seytan sana fisildamis heralde... mubarek olsun... ben bu ise daha fazla dayanamayacagim... bir nihayet vermek lazim... bu sabah kararimi verdim. kasada epeyce para var, bir miktarini, daha dogrusu yuklenebidigim kadarini alip eve coluk cocugun nafakasi olarak birakacak, ondan sonra da basimi alip gidecektim. seytan nereye cagirirsa oraya. bu dunyada baska turlu olmak neye yarar? dunyayi bizim kayinbirader gibi adamlar istila etmis... benim gibi bir acizin debelenmesi fayda verir mi? bes cocukla bir kariyi surundurmeye ne hakkim var... sen simdi bu sozlerinle benim kararimi takviye ettin... sana tesekkur borcluyum evlat... bana dunyanin hakikaten suratina tukurulmeye bile degmez oldugunu ve bu dunyada suratina tukurulmeyecek bir tek, ama bir tek insan bile bulunmadigini saglam bir sekilde ispat ettin. boyle biri olsa bu sen olurdun ve simdi buraya gelinceye kadar icimde bir suphe vardi. su kainatta belki bir de iyi taraf vardir, fakat gormek bize nasip olmuyor diyor ve seni dusunuyordum. bir daha tesekkur ederim. beni bos hayallerle avunmaktan, yaptigima pisman olmaktan kurtardin. ben de kendimi, adam tanir birsey zannederdim. senin suratina bakinca melanet dolu ruhunu gorecegime yuregi carpan bir insan goruyordum. nah, bunak kafa... al su iki yuz elli lirayi, beni kimseye ihbar etme. yarina kadar sukut hakki olarak veriyorum. ondan sonra israfil'in borusunu al eflake ilan et... vecibtaala polis olup gelse beni bulamayacak. yalniz senden bir ricam var... namusuna guvenerek istemiyorum. kendin icin de faydasi yoktur, belki zarari olur da ondan soyluyorum: paralari alip eve verdigimi agzindan kacirma... nereden biliyorsun diye belki seni de isin icine karistirirlar... merhametten degil, ihtiyaten sus... simdi arabani cek... namussuz insan surati seyretmek istemiyorum. kendim kendime yeterim... durma... defol!... ''


Macidenin muzik ogretmeni Bedriyle kurdugu bagin nasil bir sekil alacagini Sabahattin Ali zamana birakiyor.Bedrinin agzindan yazdiklari kitabin sonlarindaki uzun tiradlar adeta kendi gorusleri.Bu kitabı okuyun,okutun!


"isteyip istemediğimi doğru dürüst bilmediğimi fakat neticesi aleyhime çıkarsa istemediğimi iddia ettiğim bu nevi söz ve fiilerin daimi bir mesulünü bulmuştum: buna içimdeki şeytan diyordum, müdafaasını üzerime almaktan korktuğum bütün hareketlerimi ona yüklüyor ve kendi suratıma tüküreceğim yerde, haksızlığa, tesadüfün cilvesine uğramış bir mazlum gibi nefsimi şefkat ve ihtimama layık görüyordum. halbuki ne şeytanı azizim, ne şeytanı? bu bizim gururumuzun, salaklığımızın uydurması... içimizdeki şeytan pek de kurnazca olmayan bir kaçamak yolu... içimizdeki şeytan yok... içimizdeki aciz var... tembellik var... iradesizlik, bilgisizlik ve bunların hepsinden daha korkunç birşey: hakiklatleri görmekten kaçmak itiyadı var..." 









Düşünce Özgürlügüne Giriş





Günümüzün politik tartışma programlarında seviye o kadar düştü ki;insan bu günlerde eski Siyaset Meydanları'nı özlüyor.Ekledigim bu videolar 1996 a ait kuru bir nostalji degil.Islamcı yazar Mustafa Islamoglu dönemin en önemli TV programında feryadını çok çarpıcı biçimde anlatıyor.
Ideolojik olarak her ne kadar cok uzak olsak da herkesin hakkını teslim etmeliyiz.Düşünce özgürlügünün dini,dili,mezhebi olmaz.Mustafa Islamoglu'nun da belirttigi gibi düsünceyi yasaklayan her türlü yasak ''eşkiya yasağı''dır.


SISTEMDEN BESLENENLER SISTEMI TARTISAMAZ


Bugun o 90lardaki sistem kısmen degişti kısmen de direniyor.O donem ''cunta'' kelimesi kullanan Islamoglu içeri tıkılmıştı.Birkaç yıl sonra da R.Tayyip Erdogan okudugu bir şiir yuzunden hapse girdi.Ama devir degişti 2000li yıllara geldigimizde Erdogan ve partisi tek parti iktidarını yıllardır sürdürüyor.Sistemin çarkları degişti dünün mazlumu bugün sistemin ve statukonun tepesine oturdu ve birtakım ''hormonlu aydınlar'' da borazancıbaşısı oldu.Aslında temel siyaset bilimi açısından pek bir şey degişmedi.Iktidarı ele gecirenler hep kendilerine yonttu.Dün Erdogan ve Islamoglu hapisteydi bugunse Ahmet Şık ve Nedim Şener...


Bu arada demokrat aydınlarımız nasıl bir tavır sergiledi?Ve günümüzün kamplara ayrılmış basın-medyasinda bu aydın duruşunu kaç kişi sürdürebiliyor?


Keşke gerçekten omurgalı aydınlarımız omurgasızlardan çok olsaydi.Belki sistemi yani''derin devlet yapılanmasını" degişteremezlerdi ama en azından ahlaki bir duruş sergileyebilirlerdi.

Herşeyi unutarak uyumak...

BİR MİSAFİRLİĞE


Bir misafirliğe gitsem,
Bana temiz yatak yapsalar;
Her şeyi, adımı bile unutup
Uyusam...


                  
                    Melih Cevdet Anday